28 Ekim 2010 Perşembe

Dünü biz unutmayacağız, sana da hatırası olsun bu yazı...

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Bir seksenbirde bir bebek doğmuş
Annesi adını Yustafa koymuş
Saçları sarı gözleri vavi
Büyümüş kahraman kahraman olmuş
Atatüyküm seni çok çok severiz çok çok severiz......

Dün akşam yemeği hazırlarken gelip bana şarkıyı söyledin, bütün gece çok kez dinledik bu şarkıyı. Dün okulda 29 Ekim kutladınız. Bunu biliyorduk zaten. Bize de gelip öğrendiklerini söyleyince babanla gururla dinliyorduk. Banyo yapalım, masallarımızı anlatalım derken hayli geç oldu. Artık uykudan dilin bile dolanıyordu oğlum. Yatakta ordan oraya atarken kendini, yine şarkıyı söyledin hep. Son bir sessizlik oldu, uyuduğunu düşünürken tam döndün bana dedin ki; Anne ben şarkıyı söyledim, arkadaşlarım bana baktı, onlar yazı tahtasının yanında oturdular. Nasıl yani, bu şarkıyı sen tek başına sahnede mi söyledin dedim. Evet, sadece yanımda Esma öğretmenim vardı dedin. Midemin hemen üstünde içimde bir kuş nasıl kanat çırpıyor. İçim pır pır. Heyacanlandım, duygulandım. Benim 3,5 yaşında ki oğlum nasılda bir günde ezberlemiş ne güzel okuyor diye mutluluktan gözlerim doldu. Oğlum o an kocaman sarıldım sana, bizi nasıl mutlu ettiğini gurur duyduğumuzu söyledim. Yüzünde hoş bir ifadeyle hemen uykuya daldın.
Sen uyuduktan sonra babana anlattım. Benim gözlerimde ki ifadeyi gördüm ondada. Şuan bile yazamıyorum ya öyle böyle kelimeler sıralanıyor işte. Bu sabah okulu aradım. Nehir öğretmenin; "kim gelip sahnede şarkıyı söylemek ister deyince, birtek senin gönüllü olduğunu ve çok güzel okuduğunu "söyledi. Telefonu kaptmadan yaşlar süzüldü yine gözümden. Kamera resimler hazır dedi. Şimdi  izlerkende ağlayacağım biliyorum. Mutluluktan ağlamak çok güzeldir oğlum, en şen kahkahalara değişmem.

Çünkü oğlum, seninle ilgili planlarımız yok bizim. Baban da bende mutlu, huzurlu, iyi kalpli olmanı istiyoruz önce. Yetişkin olduğunda her ne yaparsan yap, mutlu olabileceğin bir hayatın olsun istiyoruz. Yerden bir çöpte kaldırsan, yeni bir gezegen de keşfetsen, çaresiz bir hastalığa ilaçta bulsan, insanlığa hizmet etmen yeterli benim için. Ne yaparsan yap, iyi yapman, cesur olman zaten seni her hayaline götürecektir. Çünkü gerisi etiket. Ve bugün bir kez daha anladım ki, Her anne-baba çocuğuna bakabildiği kadar anne-baba. Sabahtan beri bu cümle var aklımda. Sende mutluydun ya o şarkıyı her söylediğinde, şimdi heyecanla öğleni bekliyorum. Okuldan alıp, evde beraber izleyeceğimiz o görüntüleri.     
Baban ve ben teşekkür ediyoruz.

26 Ekim 2010 Salı

Kara Çalı-2

Yattık, her akşam olduğu gibi, 2 masal istedi. Bir tane Bernard, birtane de Tom ve Jerry. Her ikiside Tv'deki gib şarkısı ile başlamak zorunda. Her zaman  masalın sonunda gökten 3 elma düşer her birimizin kafasına donk diye. Bu sefer beni düzeltti. elma olmasın dedi. 3 tane kiraz düşmüş, bir annezime, biri babacıma biri de Çağan'ıma dedi. Uykudan önce içine adet olduğu üzere kurt girdi. Kıpır kıpır. Gözler balık gibi bayılmış. Yok direniyor. Bu kıvamda iken, duygularını dile çok getiriyor, konuştuklarımızı hiç unutmuyor ya fırsat bu fırsat dedim sordum;

Dedim ki; bizim üçümüzün soyadı ne? Tek tek isimlerimizle söyledi. Kendi ismini tam söyledi. Babanın ki eksik. Dedim ki "Aşkım senin ismin Hakkı Çağan ya, babanın da iki ismi var biliyormusun" "biliyorum, evet Kara Çalı Hakkı" dedi. Beklemediğim bu cevapla bayağı bir eğlendik.  Doğrusunu duyunca pek şaşırdı; "ne Devrim mi" dedi. gözlerini kocaman açarak.  Acaba benim kara çalımı gerçekten isim mi sanıyordu, yoksa bize şaka mı yaptı gece pek anlayamadım.

24 Ekim 2010 Pazar

Gece oldu, ama uykum yok, yarın iş var...

Cuma gecesi Sarp ile beraber topladığınız pipetler. Yoldaydık. Anne pipetlerle çek beni dedin. Pozlar verdin. 

Evdeki bu sessizlik. Can sıkıcı akşamın henüz onunda. Çook oldu ya uyuyalı oğlum. Gecenin tam ortasında sıkılırım işte böyle erken uyuduğunda. Salon loş, fondaki müzik, kayıttan değil, el emeği göz nuru. Sen anlarsın beni oğlum.  
Dondurmacı oldun çıktın başımıza. Hep çüküt Sarp'ın marifeti bunlar. Daha sen külahı tutamazken,dostun göz kaş arasında indirirdi dondurmayı midesine. Ondan göre göre alıştın sende. Özlüyorum ben yeğenlerimi, çok özlüyorum ayrı ayrı hepsini. Uzakta da olsalar, yakında da. Hele yakındakini göremeyince dahada artıyor bu özlem. Çok seviyorum çocukları, o kocaman dünyalarını, bazen hayret veren cevaplarını, safiyane sorularını, kendi aralarında kurdukları o hesapsız oyunlarını, konuşmalarını....
Bir dost geldi bize cumartesi günü. Babanın öğrenciyken ev arkadaşı, En son Karayiplerdeymiş. Biraz anlattı. Kaptan ya; bir ara espriyi patlattı. yok ya kaptanlar "öyle bir geçer zaman ki" deki gibi değil dedi. Blogdan takip ediyorum sizi dedi. Hediye almış gelmiş, bize de Çağan'a da. Evin resimlerinden beğenilerimizi tahmin edip, beğeneceğimiz bişey almaya çalışmış. Öyle dedi. Nedense ilk kez tanıdığım birinden hediye almak mahcup eder beni. Bir kaç kez msn de görüşmüştük ama yine de mahcup eder işte. Ne olursa olsun, düşünmüşsün bu bile yeter dedik. Bu resmi seçtim çünkü; resmi çeken oğlum, sakallar Taylan'a, sağdaki parmaklar sevdiceğime ait.  Bu güzel gözlerin sahibini söylememe gerek yok.  

Tam kaydı yayınla ya basacaktım ki pıtı pıtı salona oğlum geldi. Şimdi yanımda koltukta mışıl mışıl.

Full-time on Friday...

Yazın başından bu yana, sevdiceğimin işe bıraktığı günlerde, hep derdik, "bir sabah gelelim, deniz kenarında kahvaltı yapalım" diye. Ama bunun için çok erken kalkmamız gerekiyordu. Ve biz bu keyfimizi sırf kuzucuğumuzu erkenden uyandırmayalım diye hep erteledik. Ablamın bizde kalışını fırsat bildik. Okula gitmeyeceğin için, Cuma sabahı erkenden kalktık. İşe gitmemizden 1.5 saat önce. Hemen hazırlanıp geldik. Canım sevgilim, nazımı niyazımı çeken sevgilim, hava soğuktu, sokaklar boş sayılırdı. Ama sen sıcacıktın. Deniz, her gün baktığım deniz, baktıkça da iyi ki İzmir'e gelmişiz dediğim deniz. Her anı dolu dolu cuma günü böyle başladı.
Kara kedi, sana özel post yazacağım bir gün hikaye uzun. Sen beni burda bekle emi? Öğle arası beni güldüren kara kedi....
Akşam geçte olsa trafik yüzünden yetiştik Disney'e. Salona girdikten sonra oturana kadar çocukların kafası sanki sağa doğru yapıştırıldı. Oynatmadan öyle yerimize kadar.
Gün burada sona erdi. Canım ablamın doğum gününü ! kutladık. Mutlu olanların mutluğu daim olsun, olmayanları bulsun. Ömrün huzurlu ve uzun olsun, birlikte olsun, çekirgelerimiz büyüsün, biz yaş alalım sadece. Yaşlanmayalım. Ocak'ta tekrar kutlayalım. İki pasta yaşlandırmaz, sadece ağzımızı tatlandırır.  

Çocuklu olmanın ne demek olduğunu sadece olanlar anlar. Eğlenmeye gidersin, bir bakarsın vazgeçmişsin eğlenmekten, keyiften. Sadece rahat dursunlar, imalı bakışlara maruz kalmayayım diye çatlarsın. Dur desen daha çok hareket ederler. Kırılır mı bişey diye endişelenirken, o anda duvardan bir karo taş yere düşer çocuğunun çarpmasından. O an yetkili olduğunu düşündüğün kişi de "tamam rahat olun, çocuk onlar oynasınlar" deyip, içten gülümserse, "oh be bir zamanlar çocuk olduğunu unutmayan yada çocuğu var herhalde" ihtimalleri ile böyle insanların varlığı mutlu eder, hafifletir insanı. Yazın otel ararken, çocuk istemeyen tatilciler ve otellerle haşır neşir olunca pes demiştim. Çocuk olmadan yetişkin, yaşlı olunmadığına göre, gençlerin yada çocukların üst yaş grubunu istememeleri ne kadar absürt olabilecekse, çocuksuz oteller de bir o kadar saçma.   

21 Ekim 2010 Perşembe

Üzeni yolla...

Balım, yanında olmayı isterdim ofis yerine... Şimdi evdesin Sarp, Teyzen ve Babanlasın. Oh içim bir rahat ki. Eve gidince beni bekleyen de; ev mis, yemekler şahane... 

Ben bu şarkıyı her dinlediğimde nedense! 23 yaşındaymışım gibi, çocuksuz, sevgilimsiz günlerdeki gibiyim  sanki,  kavak yelleri başımda efil efil sanki, şarkı yeni olmasına rağmen o yıllardan kalma gibi. Ama her dinlediğimde beni mutlu ettiği kesin. O deli dolu günlere götürdüğü de kesin.  

18 Ekim 2010 Pazartesi

Kalabalığız bugünlerde

Ablamın evinin tadilatı onların hoşuna gitmese de, düzenleri bozulduğu için biraz huzursuz olsalarda biz çok memnunuz. Gürültülü, kalabalık yaşıyoruz, ama eğlenceli geçiyor günler. Salı gecesi bizde uyuyacaklar, Nurcan ablam öyle dedi, "Çekirgelerimi de alıp sana geleceğiz" diye. Haftasonu Urla'daydık. Çıkmadan önce Çağan'ımı kendi resmini çekerken görmüştüm. O makinayı tutuşun bile baban. Genetik dedikleri bu. Öğretilmeden, edinilmişlikler, aniden ortaya çıkıveren, daha da çok var böyle benden, babadan. Kendi çocukluğumdan iyi bilirim. Yastıkta uzun süre yatınca tersini çevirirdim soğuk olsun diye. Yüzümden ısınınca hoşuma gitmezsi. Oğlumda böyle bebekliğinden beri. Daha bebekken ilk çevirişinde yastığı anlamıştım demiştim "sıcak oldu galiba" O zamanlar evetin "eeeh eeh" di.

Urla'da bahçeden zeytin, ayva topladık. Zeytinleri kuracağız kış için. Ayvalardan komposto ve reçel yapılacak. Bir insan 7'sinde ne ise, 70'inde de odur diye boşa dememişler. Çocukken ağaç tepelerinden inmeyen ablam hala oralarda, yaş 33 de olsa. Ancak kızı kasket ile bu organik karede. Kendi güneş gözlüğüyle. Sanki çocukken gözlük takardık dut, incir tepelerinde. Daha 3 kare daha vardı, Çağanım ve Sarpımın ancak fazla olur diye 3 koydum. Çüküt Sarp, laylingoz Çağan. Anladınız siz beni anladınız.   

11 Ekim 2010 Pazartesi

Çağan'ım büyüyor,

Oğlum büyüyor, artık o bebek vari bize bağımlı hallerinden eser kalmadı. Kararları var, duygularını net bir biçimde ifade edebiliyor. İstemediği bi şey olunca bunu ağlayarak değil de duygusunu belirterek itiraz etmeye başladı. Tuvalete kendi gidiyor, sifonu çekiyor, ellerini tek başına yıkayabiliyor. Sürekli bize öğrendiği yeni bir şeyi başka kurgu içinde dile getiriyor. Cam buharlanınca ısıdan, su ocaktaykende böyle oldu anne diyor. Ya da hırka giymezse hasta olabileceğini, ütüyü  fişte bırakırsam yangın çıkabileceğini bana öğütlüyor. Yatmışken, tv yi kapattın mı boşa gitmeşin anne elektyik diyor. Ektiklerimizi biçmeye başladık. 

Bütün bunların yanında Çağan'ıma bir an gaflete gece kızdığımda "anne bana bağıyma" dedi gururuna dokunmuş gibi. Özür diledim, haklısın dedim ama  gün boyunca uyumadın sende artık kapa gözlerini deyince o da sustu ve uyudu. Bana hak vererek. 

Akşam yemek hazırlarken hep bunu düşündüm. Çünkü içeriden sesleri geliyordu. Baba-oğul dergiyi almışlar önlerine, ona göre bilmece bulmaca ne varsa yaparken cümlelerini dinledim hep. Kocamandı söyledikleri. Zaten kelimelerde değişmeye başladı. Sesil yeşil oldu, o züden o yüzden oldu. Çok seviyordum ki o halleriyle kelimeleri. Onları dinlerken  bir şarkı dolandı dilime. Biraz önce netten bulup dinledim. Bu ses ve arkadan gelen müziğin dokusu çocukluğumu ve babamı anımsattı. Çünkü biz sabahları trt radyo ile başlardık güne. Saatin arkasındaki düzenek saat çalmaya başlayınca (tavuk kafasının bir indirip bir kaldırır ya o saatten işte) folyonun üzerine düşer ve radyo çalmaya başlardı. Hep hayalimdeydi,  bende böyle yapıcam bir radyoyu ve böyle uyanıcam güne diye. Ama yapamadın. Bir gün mutlaka yapıcam yakın biz zamanda, ama yine bu tatta eski şarkılarla uyanmak kaydıyla.

10 Ekim 2010 Pazar

Birgen :-) :--)

Küçük suratı gözlüğü takınca sanki kayboldu. Sinemaya gittik bugün. Bizim  çok hoşumuza gitti 3 boyutlu çizgi film izlemek. Sonuna doğru kurtlandı yerinde duramaz oldu oğlum. Sorduk gitmek istermisin diye. Meğer bunu bekliyormuş. Evet anne hadi babama da söyle gidelim dedi. Babanla perdeye baka baka çıktık salondan. Senden daha meraklıymışız.
Anne bu ne diye şimdilerde soruyorsun, rakamları, harfleri. Kreşe seminer için gelen pedagogun söyledikleri de hep kulağımda ya "çok öğretmeyin çocuklarınıza, ilkokula başladıklarında onların için merak uyandırsın öğrenecekleri" demişti. Nasıl cevap vereceğimi şaşırıyorum bazen. Ama elimdeki kitap sağolsun cevabını kendimce buldum. Bazen her soruna cevap vermesemde o an için seni dinlediğimi ve anladığımı sana hissettirmemin ne kadar önemli olduğunu öğreniyorum. Bazen de sadece rakam ya da yazı diye cevap veriyorum.  
Bugün bu resmi çekerken değil de yine başın babanın omuzundayken bir gün
sormuştum; Çok mu tatlı babanın omuzu diye. "Evet çok taklı anne" demiştin. Çünkü sen her kucağına aldığında baban seni, başını yaslarsın omuzuna.    
 O kadar uykusu geldi ki bu gece direndi  uyumaya. En son aldı eline yorganını bana verdi, anne bunu katlaymışın, aldım katlarken, bak böyle diktörtgen, böyle kare, böyle üçgen dememe varmadan ağlamaya başladı, sicim gibi gözyaşıyla hemde. Oğlum olmadı mı diyordum ki; "birgen istiyodum ben yapmadın, birgen istiyorum" ? birgen ? nasıldı ki birgen hem neydi. Gücenerek babasından yardım istedi. Meğer birgen bizim bildiğimiz rulo şeklinde yapmakmış. Nerden bileyim yahu. Uyku başına vurdu tabi. Sonra aldı birgenini yanına "sessiz olun bebek uyuyo o benim kaydesim" dedi bi odasına götürttü kendini, dalamadı, tekrar salon dedi. Sonunda uyudu. Bir de gündüz Zara Home'da gezerken küçücük bir patiği alıp, bunu alıcam ben kaydesime bebeğime anne dedi. Bu bir dönem mi yoksa, geçici bir heves mi bu kardeş isteği? Ve Çağan'ımın birgeni ile biz gece gece bayağı güldük babasıyla ama ona çaktırmadan tabi. Hemde yeni bir terim kazanmış oldu geometri. Bir yakalansak, gülmeyin diye ağlayacak biliyorum. Hey heyler gelmişti uyumadan da gitmez onlar.

7 Ekim 2010 Perşembe

Ya orda, ya da burada

Ben şimdi, ya oğlumla Ayşem'in yanında Erdem'i sevmek istiyorum. Ya da H²'im ile piknikte olmak istiyorum. Plansız gidilen, öyle sere serpe gazetelerin üzerinde. Bugün çok özledim oğlumu, evimi. Havalar soğudu, hemen güneşi özlemeye başladım. Bir yandan hoşuma gidiyor havanın erkenden kararması ve gecenin uzun olduğu algısı, bir yandan da bu kadar çabuk üşümek sıkıyor. Eve gidince Ayşem'i aramalı.

5 Ekim 2010 Salı

Teşekkür ederim;

H²'im uyudular. Ancak oturabildim,  gece yarısı oldu. Ütüyü ve ütülediklerini topla, çamaşır as, ayak tırnaklarını ne yaparsam yapayım kestirmeyen oğlumun tırnaklarını uyurken bir çırpıda kes, ortalığı topla, kuzumun çantasını hazırla derken zaman uçtu gitti yine.

İşten dönerken ne yemek yapacağım diye düşünürken, yine imdadıma yetiştin. Canım sevgilim, arkadaşım, sabah hazırlanırken bir çift küpe çıkardın, işteyken öyle salına salına taktım. Eve geldiğimde bir gül ile karşıladın ama o gülü bana kuzum verdi. Sonra  da yanağıma kelebek kondurdu. Bütün bunlar 5.yılımız içindi. Hepsinden sonra, oğlumuzda tabağındakileri bir güzel bitirince, sanki kendi karnım doymuş gibi bir ara ağzıma kulağıma varmışken, yukarıdaki resimi gördüm. Tam karşımda biz ve pembe gül, keyfime keyif kattı. Sana hangi şarkının nakaratını söylerdim hep, o deli dolu günlerimizde; "Ben aşkı yalnız sana yakıştığı için severim, bana da yaşattığın için sevgilim çok teşekkür ederim".  bu emin olmak duygusu beni mutlu eden...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...