Sarma tenceresinin üstüne tabak koyarız hani pişerken dağılmasın diye. Çağan'ın resimli küçük bir tabağını sığdırabildim. Tam çıkarırken tabağı oğlumun gözleri önünde düşürdüm.Sapır sapır ağladı çocuğum. Hani aşkla hep o tabağını tercih etmiş olsa bugüne kadar yemek yerken anlarım üzüntüsünü de. İşte incir kabuğunu doldurmayacak cinsten ağlama fırsatı. Yanından ayrımadı ağlarken, yanında oturmalıymışım. Sarıldı sarıldı, koklaya koklaya annesini ağladı rahatladı sonunda.
Tek bir tabağın kırılış hikayesini elbette bu kadar uzun anlatmamalıyım ama sonu tatlı bu hikayenin. Tabağı kıran ben ama suçlu babası oldu. Önce o çok sevdiği kırmızı tabakları babasına yasakladı. Ben kırdım ama senin tabağını derken cümlemi bitirmeme fırsat vermedi. Annee, tabağı babam çıkarmadığı için suçlu. O çıkartsaydı kırılmazdı. Hem ben seni çok seviyorum, babamı daha az seviyorum!!!!
Ya böyle söyleyiveriyor çocuklar işte duygularını. Çok masumlar ama bir o kadar da acımasızlar. O'nun bu duygusu bize öyle sıradan ki. Günlük bir rutinimiz. Üçümüz oyun oynarken babası hep en son başlar. Saklambaçta babası yumar. Çileğin en güzeli annesinin; küçüğü ise babasınındır. Babasının yenilmesini ister oynarken, ama etrafa da hava atmayı bilir "Benim babam çok güçlü ve evdeki herşeyi tamir edebiliyor" diye. Yemeğini O'ndan önce bitirmemelidir babası. Daha bir akşam benim tabağımdakilerle ilgilenmedi bu çocuk. Bir gün bizim resmimiz çizmişti. Bende iki nokta göz ve bir çizgi ağız. Babasının ise tüm yüzü tam, kirpiğine kadar detaylandırmıştı. Özdeşleşme diyorlarmış buna. Erkek çocuk babası ile kız annesi ile özdeşleştirirmiş kendisini. Cinsel kimliğini kazanırken bir evre imiş. Amanın oku Bircan oku, aklına geleni sor Bircan sor. Sakın atlama, sakın unutma. Evladın için, kendin için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder