31 Ocak 2011 Pazartesi

İf you go away,

Düğünümüzde ilk parçamız İf you go away şarkısıydı.
İzledik geçenelerde cd'yi üçümüz. Çok heyecanlandı, anne baba sizin partiniz değil mi bu dedi. 

Cuma günü radyoda çıkınca sesini açtırdı, uzaklara daldı, derin derin düşünerek bu şarkıyı dinliyordu ki, annesi onu kızdırana kadar, romantik misin sen yahu..

Pink rose,

Öyle güçlü hafızaları var ki, haftalar önce okulda arkadaşı koşarken oğluma çarpmıştı, dudağı kanamıştı. 

Haftalar sonra Cuamrtesi akşamı öyle konuşurken;

-Anne bir kere okulda Arca çok hızlı koşuyordu, benim lipsime çarptı, kanadı, Arca çok yaramaz dimi anne?

 :)

-Bitanecim diye Çağan'a seslendim, ses vermedi, yanına gittim sana sesleniyorum, heey duymadın mı dedim.

-Anne senin iki tane bitaneciğin var, biri Hakkı Devrim, bide Hakkı Çağan dedi.

Hiç unutmuyor hiiiç,

28 Ocak 2011 Cuma

Büyüyünce doktor olacağız.

2 doktora gittik bugün, göz doktoru ve çocuk doktoruna. Tabi doktor odasına girene kadar bizi çok yordu, hastanede bağırdı, zıpladı, bilerek bizi kızdırdı. Doktorun yanına girince süt dökmüş kedi misali kendini aştı, kuzu oldu. Valla kendi çocuğum diye söylemiyorum çok cesurdu. Hiç itiraz etmeden, ürkmeden, her denilene harfiyen uyarak bir güzel muayene oldu. Öksürüğümüz ciğerlere inmemiş çok şükür, ama yinede antibiyotik kullanacağız. Gözlerini kırpıştırmasının sebebi, iç kapaklarında beyaz partiküller olmasıymış. Bunun için de damla aldık. İki doktorumuzda teşekkür etti, aferin sana ne güzle muayene oldun diye, cevabını kendi verdi, en sevimli halini takınıp, "ben zaten doktor olacağım büyüyünce" dedi. Hava yağmurlu ve soğuk, yollar çamurlu, otopark yeride olmayınca epey bir yürüdük, çiseleyen yağmurla. Hem eğlendik, hem yorulduk.

Haftasonu da bitse öksürüğümüz tek dileğim şimdi bu.



26 Ocak 2011 Çarşamba

Ateş bükücü Çağan geliyor,

Yağmur altında beni beklerlerken şöyle dedi kinayeli kinayeli; anne çok tekeştür ederim, Sarplardan hemen döndük, az kaldık yani tekeştür ederim" Bendeki etkisi mi? donkkk
Her gece, kitaplarını böyle dizdiriyor, aralarından 5 tane seçiyor, onları okuyoruz.
Dün gece yanına oturdum, kendi kendime dedim ki, "oh be çok mutlu anneyim şimdi " döndü neden diye sordu, ütü yaptım, oğlumla oynadım, şimdi de keyif vakti dememe kalmadan kucağıma atladı. Beni çok özlüyor ve bunu sürekli hissettiriyor, üstüme atladığında "anne sen çok güzelsin seni çok seviyorum" dedi. Tabi ben o anda mest. 

Tabi böyle tatlı başlayan akşamlar böyle bitmiyor. Tuvalette bile bizi yalnız bırakmayan oğlum tahta puzzlını göstermek isterken kaşıma cok hızlı çarptı. Öyle canım acıdı ki kızdım. İç çeçe çeke gitti yanımdan. Öfkeme, can acısına yenilip sıraladım sözcükleri...5 dk sonra sımsıkı sarıldık. Ona neden sinirlendiğimi anlattım. Anlaştık, uyudu. Tabi o uyuduktan sonra, hep düşündüm. Hata mı yaptım diye, bir yandan da  anlaması gerekiyor bizimde sınırlarımızın olduğunu. O odadan buraya gezinip, ertesi gün hazırlıklarını yaparken öyle vicdan yaptım bir süre.

12 idi, yattığımda, tüm bunlar kafamda dolanırken, yine o sesi duydum. Neredeyse her gece aynı saatte duyduğum aynı ses. Ingaaaaa ıngaaaaaaa. Sadece bir kez gördüğüm şu sıralar tahminimce 2-3 aylık olan apartmanımızdaki yeni doğan bebek. Belli ki sıkıntısı var. Aynı saatte, her gece,o minik bedenden çıkan o çaresiz, kocaman ses. Annesini babasını düşündüm, kimbilir nasılda dönüyorlardır etrafında. Bişey yapabilecek olsam gider yardım da ederim ya. Biliyorum kafi değil ne yapsalar, kendi çocuğumda olmasada Sudeyle yaşamıştık biz bunu. O zamanlar bekardım, haftasonluğuna İzmir'e gelirdim. Gece yarısından sonra ağlayarak uyanır, gün ağarana kadar devam ederdi. Sabah olunca uykuya dalar, gündüz sorunsuz uyurdu. Ki ben hayatımda ilk kez insan sesinin duvara çarpıp nasıl geri geldiğinide bir tek ozamanlarda hissetmiştim. Ben 2 günde yorulurdum. Ablam ise en az 6 ay böyle yaşadı. Annelik azmi işte.

Bebeğin sesini dinlerken, gözlerimi kapatıp, oğlumun o zamanki hallerini düşündüm. Geceleri kurulu saat gibi 2 saatte bir uyanır, emer mışıl mışıl uyurdu. Hatta bazen o uyanmadan önce  uyanırdım. Gözümü  tavana dikip bakardım boş boş,  beklerdim sesini, çok geçmez oğlum uyanır mıkırdamaya başlardı.

Nasılda savunmasız başlıyor insanoğlu hayata, nasıl muhtaç, nasıl masum, savunmasız.

Dün gece bu ağırlıklarla uyudum, sabah 4 sıralarında uyandım, ateşi çıktı oğlumun. İlaçla düşürdük. Bugün bir daha da çıkmadı. Sürekli okul ile görüşüyorum. Umarım bugünü böyle tamamlarız.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Hiçte ismi gibi Sarp değil bence, Sadece SARP

İnsan bir çocuğu ne kadar sevebilir, İzleyin, izleyenler karar versin, hele bir de teyzesi ve  süt annesi olmuşsanız.

Bir de düşünün, bu bebe erkek büyüyecek, sakalları çıkacak, sesi kalınlaşacak, annesinin de dediği gibi ne çocuk, ne genç ikisinin arası ergen olacak...

Ben düşünemiyorum da... Sanki büyüsede hep böyle konuşacak gibi geliyor.

Lalicep,

Evde o ne isterse onu yapıyoruz. Cuma günü Dayımıza sordum konunun uzmanı olduğu için, normal mi diye. Normal dedi, evde sizden başka kiminle oynayacak kardeşi de yok ki ! Asıl sizinle oynamaz, kendi kendine oynarsa içine kapanırsa telaşlanın dedi. İçim rahatladı. En sevimliside son zamanlrda çocuklar hadi ne oynayalım diye bize sorması. Legolarımız ve arabaları bizim klasiğimiz artık. Cuma günü ben gelmeden babasıyla yapmışlar yine otopark. Eve girdiğim gibi bana gösterdi. Geçen hafta da puzzle almıştım bir tane. Çok hoşuna gitti. Yine al anne dedi. Cuma akşamı bir tane daha aldım.   Koltuğun yastıklarından ev yaptık. Bu küçücük yere bizi sığdırıp yukarıdaki kayık resimlerimizi çekti. Oğlumun elinden olunca çok keyifli buraya resmi koyması.

Duygularını en çok uyumadan önce, ona kitap okurken anlatıyor. Demek ki unutmuyor hiçbir şeyi. Dün gece yastığı sıcak olunca her zamanki gibi tersini çevirdi. Sevmiyorum anne sıcak olunca yastığım diye anlatmaya başladı. Ama okulda rahatsız olmuyorum sıcaktan dedi. Neden diye sorunca, yasak anne kalkmak dedi. Okulda baskıcı bir tutum sergilemediklerini biliyorum ama kurt düştü içime gece gece, sen okuldada yastığını ısınınca çevirebilirisin diye bir kaç kez tekrarladım. Okul ortamının kuralları öğretirken, onun duygularını baskılamasını istemiyorum çünkü. Sabah öğretmenimizi aradım, ona da anlattım bebekliğinden beri o koca yastığını evire çevire uykuya daldığını. Fark etmediğini, ama yastığını çevirmek isterse de sakıncasının olmadığını söyledi. Ancak gece gece bu düğüm oldu mu bana. Ardından oğlumla ne kadar az vakit geçirebildiğim, zamanın bize yetmediği duygusuyla çokça bir hüzünlendim, boğuldum. Ve artık akşamları evde iş yapma zamanını minimuma indirme konusunda babasıyla karar aldık. O uyuduktan sonra yapıcam ne yapacaksam. Akşam 7'de eve gelebilen bir anne olarak, oğlumunda en geç 11'de uyuduğunu hatırlayarak bu 4 saatlik dilimde birlikte bişeyler yapmak üzere program yaptık. Telafisi olanlar ertelenebilir, ama geri getiremeyeceğimiz zaman denen şeyi çok iyi yaşamak lazım.  

Cumartesi günü Sude ve Sarp ile beraberdik. Öğleden gece yarısına kadar olunca geçirdikleri vakit oyuna doydular. Bundan sebep midir bilmem, Çağan pazar günü bize pek hadi oynayalım şunu yapalım demedi pek.  Küçük oğlum sen laciverte ne dersin; LALİCEP,  bundan sebep yazının başlığıda lalicep olsun.

21 Ocak 2011 Cuma

Günlerimiz

Günlerimiz birbirinin tekrarı. Eve döndükten sonra yemek, mutfak toplama derken 8'i geçiyor saat. Sonrasında da Çağan'la geçiyor tüm vaktimiz. Bize çocuklar, anneyle&baba ya da anneli baba diye sesleniyor. Spor yaptırıyor, yatak odasında güreşiyor, müzik açıp dans ettiriyor, otopark yapıp, arabalarıyla oynatıyor. Bazen düşünüyorum bizden sıkılıyor mudur diye. Anne-babasıda olsak kendi yaşıtı gibi davranamıyoruz ki her zaman. Bazen sıkıldığını hissediyorum. Neyse ki haftasonu kuzenleri Sarp ve Sudeyle vakit geçirecek.  Şu sıralar bizsiz hiçbirşey yapmamaya başladı. Birtek Sünger Bop ve Avatar'ı izlerken bize ihtiyaç duymuyor. Ki biz yanında değilsek bazen sesleniyor nerdesiniz diye.

Sabahları uyandığında gözleri çok yanıyormuş öyle dedi geçen gece. "Siz giyinip işe gidin anne, ben de uyanınca kendim giyinip okula gideyim, kapıyı çalayım okula gireyim nasıl" diye sordu bana.

Sıcacık yatağından kalkmak zor geliyor biliyorum, bu küçük bedeni her sabah saat gibi kurup uynadırmakta hak değil ama en iyi seçenek bu olunca böyle oluyor. 

Spora başladım 3 hafta önce. Başarıyla 2 hafta tamamlayayımda öyle yazarım diye düşünmüştüm. Grip olduğum 4 gün dışında aksatmadık hiç. Kilo verme gibi bir gayretim yok. Ama başladıktan sonra ne boyun nede omuz ağrısı kaldı. eve dinç gidiyorum. Yemekten sonra külçe gibi yığılmıyorum. 4 ay devam edeceğiz. 1 saatlik arada da olsa kendim için bişey yapmak iyi geldi.  

Haftasonu yağışlı geçecekmiş, dileğim bol yağmurunla, berekette getirmesi.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Only for Patoş Teyze and Kerem and Beren :)

                                           

Evde, hafta içi 7'den uyuyana kadar geçen zamanda bizi her gece güldüren, eğlendiren, ışığımız, zaman zaman yoran, saçları diken diken yapan, nazı şu an için sadece anne-babsına geçen oğlumuz. Sayesinde çocukluğumuzu yeniden yaşadığımız, canın canı...   

16 Ocak 2011 Pazar

Cumartesi gezme günümüz ise, Pazar paklanma, toparlanma, dinlenme...


İnsan yaşadığı şehri, yürüyerek tanıdımı sever ancak. Yoldan geçen insanlarını, gökyüzünü, sokaklarını, yeşilini, köpeklerini, kedilerini görür de çokça ısınır kanı. Belki de  yürüdükçe açılır insanın zihni, daha net görmeye başlar her şeyi.

Cumartesi günü ne yapalım diye düşünürken, Alsancak'tan vapura bindik, Karşıyaka'da indik. Deniz bize paralel yürüdük uzun uzun. Gördüğümüz ilk parkta doya doya oynadık. Dönüşte simit alıp martılara attık. Son bir lokmayı martılara atayım derken bize attı. Sonra aldı elimden hoopp kendi yedi. Zamanın nasıl geçtğini bizde anlamadık. Dönerken son kelimesinden  10 sn sonra uyudu. O kadar yoruldu ki. 17:30 da başladığı uykusu gece 10 dan sonra bitti. Gece uyuması 2 yi buldu. Ne ayıp bana, 3,5 yaşındaki çocuğum bu saatlere kadar ayakta.

Pazar ise oğlumla babası çıktılar bir ara parka. Ben konsolun içini derledim topladım. Daha 3 çekmecem var evde düzenlenmesi gereken. 3 cicimiz oldu şimdiden ev alınca yeni evimizde kullanmak üzere saklanan. Onları aldım başka bir dolaba ayrı koydum. Akşam olmadan yine lahana sarması yaptım. Bir de oğlum yese. Sarmayı çok seven oğlum lahanayı yemiyor. Kuzumu yıkadım. Şimdi uyuyor. Yine direndi ya uyumaya. Karnı acıkmış. Sırf uykuyu dağıtma stratejileri bunlar.

İyi bir hafta olması dileğiyle, hepimiz için....


13 Ocak 2011 Perşembe

Bir sarmaş dolaş, bir hüngür hüngür...

Kendimi tutamayıp, öfkeme yenilip, kızdım gece gece. Odasından, ağlamak-ağlamamak arası titreyen sesiyle seslendi bana;
-annne annne 4 yaşındaki bir çocuğa nasıl kızıyosun bilemiyorum...

Sanki ben de 4 yaşındaymışım gibi, yada O, 30 yaşındaymış gibi cevap verdim kendi odamdan.

-çocuğum neden benim sözümü dinlemiyor bende bunu bilemiyorum.

Dedim. Kısa bir sessizlik oldu. Tam gidip ona sımsıkı sarılmayı planlarken harekete geçecekken, ağlamaya başladı.  İçli içli hemde. Sonra yüreğimi acıtan, O uyuduktan sonra beni hüngür hüngür ağlatan şu sözleri söyledi.
-anneme sarılmak istiyorum, bennn annneemi çok seviyorum.......

O cümlesini bitirmeden yanındaydım. Sımsıkı sarıldım, oda sımsıkı sarıldı, uzun bir süre öyle kaldık.

Şimdi hala gecenin ağırlığı omuzlarımda. Sabah bile gözlerim nemli nemliydi.

9 Ocak 2011 Pazar

Sakarcan....

Öyle seviyorum ki bere takmış halini. Hem de başındaki babasının beresi. Kendi bereleri sıkıyormuş ! Bu bereye çok benzeyen bir beresi daha var babasının. Bazen ikiside takıp çıkıyorlar. Nasılda babasını anımsatır takınca bereyi.

Ne zor şey hasta olmak anne olunca. Ona da bulaşacak diye 2 gündür öpüp koklayamıyorum. Babasıyla gittiler tiyatroya. Sakarcan'ı izlemeye. 2 çantasını da kendi doldurdu. Birine arabalarını, diğerine kıyafetlerini kendi taktı. Onu giydirirken, bir yanım sürekli sende hazırlan diyor, bedenimde yat dinlen diye alarm veriyor. Kolumu kaldıracak halim yok oysa. Gidemedim kaldım evde bir başıma.

Kral seçilmiş okulda. Onu anlattı. Bak dedim kendi kendime sonunda babası kralım diye diye kral yaptı çocuğunu. Her evlat nasılda kıymetli kendi anne-babasına.

Yaramaz zıp zıp,

Oğlumla hiç birşey yapamadık en çok ona üzüldüm. Ne sarılabildim, ne doya doya koklayabildim, hastalık ona da bulaşmasın diye. Dün gece başlayan boğaz ve göğüs ağrım sabah iyice halsizleştirdi. Bugün öğleden sonra da 4 tane ilaç, bitki çayları bol meyve yedim. Sırf yarın biletlerini aldığımız tiyatroya gidebilelim diye. Üstüne üstelik baba da hasta. Aynı benim gibi. Ama o daha güçlü.

Bu akşam saat 9 olmadan uyudun oğlum. Hem de koltukta, kanadımın altında battaniyenin altında sıcacık otururken. Nefes alışının değişmesinden anladım uyuya kaldığını. Ama uyuyana kadar, anlatamadım hiç halimin olmadığını, sende anlamak istemedin, hep benimle oynamak istedin. Ama anne de insan ya, dayanamadım ağladım bir ara. Hiç enerjim yoktu ki, sana derdimi bile doğru düzgün anlatamadım.

Şimdi iyi hissediyorum artık kendimi. Umuyorum sabah uyandığımda da bu böyle olur.

Tatlı rüyalar, canım oğlum.

7 Ocak 2011 Cuma

...

Yeni yılda aldığı birkaç küçük hediye arasında en çok cüzdanı heyecanlandırdı Çağan'ı. Hediyelerini açtıktan sonra dudağını bükerek "anne araba almamışlar, kimse bana araba almamış" dese de, o uyuduktan sonra cüzdanına 3 resim ve  para koyduk. Sabah gördüğünde çok mutlu oldu. Geçen gün çantamdan paralarımı almış, kendi cüzdanına koymuş. Birde koyarken; anne lazım olunca iste benden veririrm senin için saklıyorum tamam mı? diyor. Cüzdanda kapladığın alanda, sıfatının çocuk-kardeş-arkadaş değilde, ebeveyn olması ne garip bir duyguymuş. Sanki daha yeni anne olmuşum gibi duygulandım. 

Günlerimiz biribirinin tekrarı. "Bildiğin gibi" yada sıradan günler yaşamanın aslında ne kadar da kıymetli olduğunu öğrendim geçen hafta. Çok şükür dedim kendi kendime, bildiğimiz gibiyiz, sukunla gidiyor hayat.  

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yılbaşı gecesi,

Yılbaşı gecesi, Cumhuriyet Meydanında Emre Aydın'ı dinlemek istediysem de olmadı. Neyime benim açıkhavada denize sıfır konser, evde çocuğum beni bekler. Oğlum uyuduktan sonra gidin hadi dediyse de teyzesi geçmiştir çoktan heves. Hem tek hevesli yürekte yetmez bu eğlenceye, hem de içine sinmez onu uyurken bırakıp gitmek. Bu sinmeyişler sanırım hiç bitmeyecek. 

Ablamlar aile resmi çekilelim dediler. Çekirdek yapının bir yaprağı gelmemekte direniyor. Yukarıdaki  pozu direnme anıdır. "Sarp hadi gel bak sen eksiksin bir tek" diye hepimizden ayrı ses çıkarken onun verdi cevabı -her zamanki gibi aksanlı, duymuş olanlar bilir- "gellmeeyeecem" oldu. Kaprisinde böyle sevimlisi görülmemiştir. 

Sonunda başka şekilde ikna oldu da çektik 2 poz. 

Yeni yıl bak bir günde eskidin gördün mü?   
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...