30 Kasım 2010 Salı

İsteyince aşk hep mümkün,

Ne çok şey yapmışlar babasıyla bugün. Bütün yapbozları, kağıt kes-boya parmak boyama, evi oldukça dağıtma:), evin çevresinde mıntıka gezisi ile park, hepsi iyi güzel de gündüz uykusu da yok.
Sabah uyandıklarında babası aradı. Neden gittin anne dedi. Oysa kaç kez konuştuk aynı şeyleri. Çok uzatmadım. İşteyim dedim. İstediği cevap bu değil. Yine soracak biliyorum. Ve ben, duymak istediğini yine söyleyemeyeceğim. İşte bu yüzden, bugün tadım yok..
Annesi, iş arkadaşı ablasına hediye edecekti kaktüsü. Çok kıymetlendi. Suluğuda alınca badem gözlü oldu çiçek. Diğer çiçekleride sularken, "anne çok güzel suluyor bu" dedi.

Annenin tadı yok. Sebebini söylemeye hiç gerek yok. Hayat mı desem, yok demeyeyim, soyut bir kelime, hayatının içindekiler daha doğru galiba, işte onların limitini kaçırırsan olmuyor işte. Kendin gibi sanıp herkesi, hesapsız kitapsız yaşıyorsan insanlığını, canın çok yanıyor. Aslında fazla tilkisi olanlardan ödünç istemeli. Benimde kafamda bin tilki dolaşsa daha az üzüleceğim.

Bu ruh hali ile işten eve dönerken, radyoda Levent Yüksel çalmaya başladı. O muhteşem  sesi, şarkının kendisi sıyırdı attı üzerimden kasvetti. Evde beni bekleyen sevdiceğim ve oğlum geldi aklıma.  Onlarla aşk hep mümkün dedim kendi kendime.

27 Kasım 2010 Cumartesi

İğde, en son ne zaman dalından yemiştim ki seni...

Bugün, kahvaltıdan sonra babası ile parka çıktılar. Çok geçmeden geldiler. Her gün salonun balkonundan gördüğümüz apartmanın arka tarafındaki parka gitmişler bu sefer. Zeytin ağaçlarının arasından birazda yokuş çıkmış ya; dağa gittik biz anne diye anlattı. "Çok yürüdük çok yoruldum ama biraz anne" dedi.

Ben yatak odasında dışarı çıkmak için hazırlanırken yanıma geldi. Kucağıma atlamalar falan. Ona oyun olsun diye bebek takliti yapayım dedim; "hadi bebekim ben karnım acıktı eeee ınga ınga. Karnımı doyurdu. Karnım ağrıdı, ovaladı, aynı anda su istedim, bi karnımı ovaladı, su içirdi,başıma yastık koydu, masal da istedim. 5 dk kadar çabalaya çabalaya bir güzel baktı bebeğe. Çok masal istiyorum, çok 11 kilo dedim. (tıpkı onun istediği gibi) "tamam tamam söz anlatıcam hadi sen kapa gözünü ağlama ağlama, iki küçük el yüzümü okşadı, uyuttu. 2 masalda pes etti, ınga ınga çok masal deyince "tamam biraz dinleneyim yine anlatıcam" dedi. Babasından yardım istedi. Baba geldi. Çağan anlatsın, karnım ağrıyo, ınga ıngaaa deyince "anne ol anne, bebek olma, anne anne olmanı istiyorum" diye gözlerini devire devire bana baktı. Kocaaaaman sarıldım. Çoook güzel baktın bebeğe teşekkür ederim deyince cok keyiflendi. Bu kadar uzun anlattım 10 dk lık oyunu çünkü, senin yüz ifadelerin, ses tonun, o çabaların bebeğe bakarken öyle eğlenceliydi ki.

Çenemmi düştü benim yine. Erkenden uyudun bu gece. Edi ile büdü kaldık baş başa. Az önce uyandın, baba diye seslendin. Ben koşarak geldim yanına. Tuvalete gittik. Şimdi yine mışıl mışıl. Babanda bana seslendi, sen niye kalkıyorsun beni çağırdı diye çalım attı bana.  

Öğleden sonra üçümüz tekrar dışarıya çıktık. Biraz gezme, ufak alışveriş, dönüşte de tekrar dağlara ! gidelim dedik. Gezerken bir iğde ağacı gördüm. Hemen koparıp yedim. Çocukken sokağımızın sonunda büyük bir iğde ağacı vardı. Hep dalından koparıp yerdik. Yıllar sonrada ne zaman iğde görsem, yesem hep o ağaç gelirdi aklıma. Bugün yine hatırladım o ağacı. Oğlumada verdim yemedi. O sıra iki sarı çiçek koparıp uzattı, senin için dedi. Hemen taktım yakama. Epey dolaştık etrafı. Aslında evimizin az biraz uzağında mıntıka gezisi oldu. Evimize döndük. Hava güzeldi. Benimde içime güneş kaçtı. Bak hala ışıl ışılım.

Je t'aime

Bugün öğle arası bir dükkanın önünde öyle kala kaldım epey bir zaman. İçindekilere değil, kendi içimde sakladıklarıma, hayalime bakıyordum sanki. Bazen öyle yürekten inanıyorum ki, bunun gerçekleşeceğine. Bazende yarın yarın derken, sadece günleri tüketmiş olmaktan korkuyorum.  Çocuk ve/veya çocuklar büyümüş, okuldan sonra yanımda, ben masanın başında o gün canım ne istiyorsa onu yapıyorum. Hakkı'mda inanıyor ya. İnsan inanınca başlamıştır aslında ya. Hadi hayırlısı diyorum.
Kitap alıp geldim eve. Önce beğenmedi. Çıkartmalı istiyormuş. Sonra serinin daha önce aldığımız kitabınıda gösterip hatırladın mı bak buda devamı deyince çok heyecanlandı. Hemen oturduk salonda soruları cevapladık. Boyadık. Büyüklükler ile biz çok eğlendik. Ama 20dk kadar. Kıpırdanmaya başlayınca istersen bırakalım dedim. Yemek yedik sonra. Köftelerini yerken, "ellerine sağlık anne çok güzel olmuş" dedi. Senin için bişeyler yapmakta nasıl güzel oğlum bir bilsen.

Yemekteyken sütlü irmik istedi sevdiceğim. Yapmam mı. Hızlıca yapıp dolaba attım. Servisten önce tatlıyı kalp ile süslemek vardı aklımda zaten. (geçen haftasonu kahvaltımızın rövanşı olsun istedim) Son anda çok sevdiğim fransızca ile duygularımı dile getireyim dedim. Böyle kalmış aklımda yazılışı bitaneciğim. Yanlış olmuş ama kulağa farklı gelsede, söylenişi bambaşka olsada sevginin dili  aslında aynı değil mi? Sadakat, vefa, güven, saygı, inanç, emek, paylaşmak değil mi? Daha çok kelime yazılır ya cümleye.

26 Kasım 2010 Cuma

İşte öyle bir şey,


Koca oğlum, dün akşam, iş çıkışında, merdivenlerden inerken dışarıda camın arkasında bir çift göz bana bakıyordu. Kimbilir neler geçiyordu aklından. Akın akın kocamanlar insanlar nereye çıkıyor diye. Sen, yanına gelince fark ettin beni. Sarıldım sana. Anne çok özledim seni dedin. Minik annenin yarısını geçtin. Oysa daha geçen yıl sana ne diyordum; bedenin bir kucak, varlığın koca bir dünya" artık bir kucakdan daha fazlasın. Öyle hızlı büyüyorsun ki. Bunları düşünürken, aklıma ilk yürüdüğün günler geldi. Hani bebeklilikte uyanınca ağlayarak genelde haber verirdin ya kalktığını bazende mıkır mıkır. Sonra bir gün salondayken biz; pıtı pıtı diye ayaklarının çıkardığı o güzel sesle, uyanınca kendin gelmeye başlamıştın yanımıza. Uyandığında o ilk anlarda, sanki fırından yeni çıkmış ekmek gibi, sıcacık, yumuşacık, mis gibi kokarsın oğlum.  Ezelden severim çocukların ilk uyandıkları hallerini. Bir de mahrur olurlar, baş hep göğüse yaslanmış vaziyette,  öyle ayılırlar ya. Pamuk sanki pamuk. 

Dün babanla evdeyeken, sen uyurken baba bize yemek yapıyormuş. Sonra içeriden kıkır kıkır sesler duydum dedi. İçeri bir gelmiş bakmış, sen uyanmışsın, bilgisayarda senin ilk yürüdüğün günün videosunu açmışsın ona gülüyormuşsun. Hiç aklımdan çıkmıyor ki o gece. Öyle yerde yine seninle oynarken. Hadi tay tay derken, bir adım attın bir adım daha derken, bir babaya bir anneye, o 5 adımlık mesafeyi yavaş yavaş adımlarken sen. Biz ne mutlu olup, nasıl gülmüştük, gözlerimiz nemli nemli.

Büyümeni izlemek çok keyifli olsada, özlüyorum işte eskileri. Demiştim ya daha öncede, biraz daha büyüyünce de bugünleri özleyeceğim. Çocuklar annnelerin gözünde hiç büyümüyor ya ondan herhalde.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Tekeşşür ederim Oğlum;

Kahvaltıyı aşk ile hazırlarsan böyle romantik görünür işte. Bitaneciğim ellerine sağlık.
Koymayı unutmuşum ya bloğa pappalarımın resmini. Oğluma aldıktan sonra, bir akşam işten döndüğümde böyle duruyorlardı yatağın üzerinde. Sevimli sevimli. Bunun için de yüreğine sağlık kara çalım.
Bence evin en güzel odası. Şimdilik her ne kadar pek aktif kullanılmıyorsa da. Odanı toplamak ayrı bir mutluluk oğlum. Pazar sabahı boğazlarım yüzünden ilaç almıştım. Bir ara uzanırken yanıma geldi. "Sana su getirdim anne, şimdi üstünüde örtücem, tamam mı" dedi. Yanağıma bir kelebek kondurdu. Küçük yorganını getirip örttü. Sonra da "iyimisin" dedi. "Evet iyiyim, teşekkür ederim" dedim. Tekrar öptü. "Tamam anne uyu sen" dedi. Ne boğaz ağrısı kaldı, ne halsizlik. Fişek gibi oldum onlar evden çıkmadan önce.
Cumartesi gününe, bir saatliğine Banu ve Umut'u, bol yürüyüşü, alışverişi sığdırdık. Sonunda aldık istediği kuşları. İsimlerini Çağan&Sarp koydu.

Pazar ise hiç çıkmadım evden. Oğlumla babası çıktılar. Çağanımın saçlar kırt kırt. Onlar yokken bir güzel evi topladım. Kendim yapınca daha güzel geliyor bu temizlik. Şimdi ikisi de uyuyor. Bende bu saatteki enerjimin nedenini düşünüyorum. Hiç uykum yok. Ya günlerdir geç yatmamız, yada pazartesi sendromu. Gerçi çok uzun zamandır yaşamıyordum bunu ama. Tatilden olsa gerek tatilden. Oğlumsa bugün gündüz uyumamasına, o kadar gezmesine, banyosuna rağmen 23:30 da uyudu. 22:00 de yatağa götürdük ama. Bu direniş, gözleri zorla açma azmi, o hareketlilik nedir bir türlü çözemiyorum. Anne olduktan sonra genel bir kural gibi öğrendiğim ise; çocukların uykuları gelince içlerine kurt kaçıyor başka bişey değil.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Beyaz kelebeğim,

Bayram telaşı, kalabalığız derken, şekerin, çikolatanın ucu kaçtı. Annemdeki son gün, gece 2 de başladın kusmaya. Sabah ezanında hala uyanıktık. Kaç çarşaf gitti sayamadım. Ama keyfin hep yerindeydi. Sabah kahvaltıda tekrar kusunca iyice halsizleştin. Yanımıza 2 dilim ekmek alıp yola çıktık. Uyuyana kadar  böyleydin. Benim küçük oğlum iyice halsizleşti. Konuşmaya mecalin yoktu. İyimisin dedim. "Evet anne" diye bir fısıltı. Bursa'ya 15 dk kala uyandın. Neredeyse ekmeğin tamamını bitirdin. Kuzenlerini de görünce yeniden keyiflendin. Doya doya oynadınız.

Çağan'ıma not: Annecim bundan sonra bilgisayarı yanıma alacağım. Yaşadıklarımızı unutmadan yazacağım. İnternet olmasa dahi kopyasını saklayıp, bloğumuza sonradan ekleyeceğim.  Çok içime sinmedi yazdıklarım. Sanki çok şey unutmuşum gibi geliyor.

Baba ocağı,

Ortak cümlemiz aslında bizim; "huzur veriyor bana evimiz". Okul, iş, eş derken, bir bir uçtuk biz yuvadan babamın deyişiyle. Rakamsal ve duygusal dengeyi de sonunda yakaladığımızı düşünüyorum. Her birimiz ayrı şehirlerde değil, 2'şerli grup halinde 3 şehirdeyiz. Daha da serpiştirilmiş olabilirdik. Baba ocağı diye boşa dememişler işte. Bursa'dan 2. kafile de gelince 1 eksik ile tam olmaya çalıştık. Her yaş grubundan çocukla neşelenince ev annem cok sevindi. Beren maskot oldu. Sarp ile Çağan nasılda büyük kaldılar yanında. Sude ve Kerem geriye bayağı bir ket vurdular. Turuncum, oğluma arkadaş oldu, arayıpta bulamadığını sonunda buldu. durmadan günestiler. Oynarken sucuk oldular. Beren kendi kadar koçu kucağından bırakmadı.
 
Hamarat annem. Hiç boş durmazsın. Bize dantel örmeyi nasıl öğretmiştin. Bir de yarış yapardık yaz tatillerinde aramızda. 3 gece de bize 2 lif yaptın, sonra yine dantele geçtin. Babamın neden seni sevdiğini büyüdükçe daha iyi anlıyorum. 

1. Bayram...

Bayramın ilk gününde ananedeydik. Patates kızartması kokusuyla başladı bayram. Babamız bizden önce kalkmış, senin sevdiğin balonların her renginden almış, şişirmiş hepsini odamızın kapısına asmıştı. Sen nasıl mutlu oldun uyanınca balonları gördüğünde. Kahvaltıdan sonra cicilerimizi giyip, bayramlaştık. Önce ananenin elini öptük, sonra babamızın. Komşulara gittik sırayla. "Sana ne çok benziyor" dediklerinde çok keyiflendim. Şekerleri topladık. Güneşi fırsat bildik ,içeri girmedik. Balonlarımızı ağaca kaçırdık, hoplaya zıplaya aldık. Bir bir patladılar oynarken. Biz yorulduk, sen her zaman ki gibi doyamadın oynamaya.

Bursa'daki ilk gecemizdeki gibi, yine yer yadırgadın. Sesini titrete titrete "anne, baba, hadi evmizi gidelim" dedin uyumadan önce. Uzun uzun anlattık tatildeyiz geziyoruz, evimize döeneceğiz" diye.  

Vuslat biterken,

Böyle çıktık yola. Yaşadığın günün üzerinden epey vakit geçince o güne dair yaşadıklarımızın çoğunu unutabiliyorum. İzmir'e geldiğimizden bu yana ilk Bursa'ya gidişimiz. Yol güzeldi, ben karışık, zaten girdikten sonra Bursa'ya bi tuhaf oldum. Yıllarca her gün gördüğüm evler, hamileyken yürüdüğüm sokaklar, eski evimiz. Sanki hiç yaşamamışız. Tarifini yapamıyorum işte. O an düşündüklerim de uçup gitmişler. Arabaydayken de senin yorganın, yastığın, çantan, onları yerleştirmek bir hoşuma gidiyor ki oğlum.
Bursa da ilk durak. Hayat yılların toplamı olsada aslında anlarda saklı. Senin cici annelere gelişimizdeki ifadeni, bakışını duruşunu unutmayacağım. Hem mutlu, hem şaşkın, hem hüzünlü. 2 yıl sana kendi çocuğu gibi bakan cici annenin evinde sende pek anlayamadım bişey. Kadir dede eski günlerdeki gibi "git legolarının al gel aşağıdan, otopark yapalım" deyince bir yöneldin kapıya, bi vazgeçtin. Hasan ve Esen'le oyunlarınızı zaten unutmamıştın. İşe giderken ben, bir gün bile ağlamadın arkamdan sen Fehime abla sana bakarken. Benim de dileğim, sen kocaman olduğunda yine cici annelere gidelim. Onlar gelsin. 4 yaş  doğumgünün için sözleştik bile.    
Çağan'ımı cici annesinde bırakıp, peri kızı ile buluştuk. Kaç saat gördük ki birbirimizi belki 3. Neyi sığdırabilirdik ki. Yeni evimizi, işimi, o kendi günlerini, kızını, çekiştirmelerimizi. Sığdıramadık. An'dı işte. Eşlerimiz  arka masa da otururken, biz eski günlerimizdeki gibi, kız kıza bir başımıza kaynattık. Canım arkadaşım, gözlerimizdeki yorgunluğu sebebini biz biliyoruz. Resme bakınca ikimizde aynı şeyi söylemedik mi. Birbirimizin 15 sene önceki hallerimizi de biliyoruz ya, galiba her insan gibi büyümek  hoşumuza gitmiyor. Bir daha ne zaman görüşürüz bilemem. Umarım en kısa zamanda olur.  

13 Kasım 2010 Cumartesi

Mola

 Her sabah gördüklerime 9 gün ara.  Sabahları çantamı etejere kaldırmadan önce göz göze geldiğim H²'im. Bazı sabahlarda da bir gül ile gelirim işe. Klavyemin üstündekini minik oyuncağı bayağı bir zaman önce bir gün oğlum vermişti. "Anne al bu şeni korur" diyerek. O günden beri hep aynı yerinde. Mutlu ediyor beni.
Kestane güzeli Ayşem, geliyoruz ama siz olmayacaksınız. Umarım dönüşte İzmir'de. O narin işveli sesinle bir Çaaaağğğaaann diye gezinirsin.

Gülüm çok sağda kalmış, ayarlayamadım da... 

6 Kasım 2010 Cumartesi

Pireyi deve yapmamayı öğrenmek,

Neredeyse her sabah yüzümü yıkadıktan sonra yanına gider, yüzüne bakarım, öperim koklarım. Belki de benim için ayrı kalacağımız koca gün öncesi oğlumu kendime depolamak. Yüzüne uzun uzun bakmak sevmek, hafifletiyor. Hem şükretmeyi de anımsatıyor her defasında. 2 gündür okula ben götürüyorum oğlumu. Bu sabah, kendi uyandı, keyfiyle uyandı. Tam çıkarken bisikletimle gidelim dedi. Çıktık elele. Her zaman ki komşu garajına park ettik. Serin sabahı derin derin içime çektiğimi görünce o da aynısını yaptı. Okula geldiğimizde, bir hüzün çöktü hissettim ya bunu. Aynı anda her defasında yaşadığım o düğüm. Bazı zamanlarda gitmek istemediğini, onun da sıcacık yatağında keyif yapmak istediğini, tek isteğinin benimle uyanıp koca günü birlikte bitirmek istediğinin o kadar farkındayım ki. Çok şükür bu her gün değil. Hadi dedim, kocaman gülümseyerek, bana camdan el salla. Resminide cektim. Ama şimdi bakınca resme, bu ifade ne diye soruyorum kendime. Çünkü; "bisikletinle gidebilirsin tamam" dediğimdeki o ışıl ışıl gözler değildi bana bakan.

İşe gidene kadar düşündüm sonra. Bir gün önce veli toplantısında dinlediklerim, eve geldiğimde bana anlattıkların, hepsini koyunca teraziye; okul en doğru adres anneciğim. Çünkü gözlerim, senin, Çinli biriyle geçirdiğiniz haftayı anlatırken ki hoşnutluğunu ve çekik gözlerini gösterişini de gördü. Bu misafirinizin maruluda pişirmek suretiyle, Çin mutfağından yaptığı yemeği hepinizin yediğini de Azra ablan anlattı toplantıda.

Bütün bu yazdıklarımdan çıkardığım sonuç ise, çocuğumun anlık tepkilerinden dağ gibi sonuçlar çıkarmamamk. 
Mutfak isteğim kıvama gelmeye başladı. Bütünüyle bitince çok mutlu olacağım biliyorum. Çünkü hafta başında gece 2'ye kadar yaptığımın sonunda başım göğe ermek üzereydi. Sevdiceğimde çok beğendi. Peki Çağan ne dedi; güzel anne ama biraz kötü olmuş, keşke tavanda vavi olsaydı. Anlattım, avizemizi mavi alıcam dedim, tamam o bazan dedi.

Bu akşam, yeni cicilerimizle tam çay koymaya hazırlanırken yanıma geldi, babasının bardağında çay içmek istediğini söyledi. Ihlamuru zaten hazırdı. Baban gündüz öksürdüğünü söyleyince. Bu resmi buraya  konulası kılan, oğlumun mavi arabası. Diğer mutfak resimlerinde  kareye alamamışım.  Babası arabayı bugün almış. İşten geldiğim gibi onu gösterdi. Bütün gece elindeydi. Bıraktığı an, bu andı.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kısa tatil,

 Sen çekersinde ben koymam mı bu resmi canım sevgilim, biz mışıl mışıl uyurken....
Apkasını takan, küçüğüm,
İkea demezsin, "İkea evinizin herşeyi" ne gidelim anne dersin. Son gittiğimizde de, sen bunlara bak deyip beni kumaş reyonuna gönderip, kendi de başka reyonlara bakan küçük oğlum. Ama tıpkı benim gibi bir gözü ile hep beni takip eden.
Dönüşte de çok yorulan kuzum....
Tatilin son günü, akşam üstü bir çırpıda gidip aldığımız yeni pappalar. Yürümeye başladığından beri kaçıncı oldu bu. Galiba 4. Öyle seviyorum ki sana bunlardan almayı. Eve gelince fark ettim birinin kulağına basınca havladığını. Şimdi sen yerde oynarken ayaklarının üstüne oturunca her defasında; hav hav hav diye bir ses. Ayakların sıcacıkken ben hiç üşümüyorum oğlum.

Bu akşam, hep oynadık seninle, yine bize arabalar verdin, yarış yaptık, sonra otopark, babanın o hürmetli elinden geçen ve artık kumandalı arabalarını aynı anda çalıştıran, kumandalarla bizde oynadık. Resim çizdik, bisiklet çizmeyi öğretin bana dedin. Çizdin, üzerine isimlerimizi yazmak istedin, Çağan'ca yazdın. sonrada bana verip, al anne bunu dolapa as dedin. Şimdi buzdolabımızın üstünde.  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...